Cuma, Ağustos 12, 2016

Kamp sakinlerinin dikkatine...

Ekin Şubat OKTAY…
Olabildiğince kötü geçen ve kötü geçmeye de devam eden bir senenin ardından yaz gelir. Hazırlıklara başlanır, bölge sorumlusuna sayı verilir, ufak tereddütlerle bavullar hazırlanır ve yola çıkılır. Yol kaç saat sürer bilemem ama biz 22 saatte vardık bu sene. Kapıda sizi Veysel Efendi esprisiyle bütünleşmiş bu yıl ki kapı görevlimiz Hasan amca karşılar. Resepsiyona yönlendirilirsiniz. Kaydınızı alacak kişi genelde Elif teyze veya Mayda'dır. Kimliklerinizi verirsiniz, ödemenizi yaparsınız, klasikleşmiş bir sorudur "evlerimiz doldu çadırı nerede istersiniz?" sorusuna cevabınızı verirsiniz ve kamp sakini olduğunuzu belgeleyen bilekliklerinizi takarsınız. Tatilin rehavetine kapılıp gazetemizi okumamak olmaz, on günlük aboneliğinizi de yaptırır çadırınıza yerleşir ardından büyük bir heyecan ve özlemle inişli çıkışlı Sotes'te bir haftalık tatilinize başlarsınız…
Sabah saat sekizde kahvaltı başlar. Kahvaltı klasiktir, üç bölmeden oluşan beyaz köpük tabldotunuz her öğün değişen gönüllü kişilerce doldurulur. Kahvaltınız bittikten sonra çatalınızı deterjanlı suya atıp tabldotunuzu, Turan amcaya teslim edersiniz, kolay gelsin ellerine sağlık Turan amca demeyi atlamamalısınız tabi. Gülen yüzlerle zenginleşen kahvaltının ardından diskoda yapılan panele geçersiniz. Güneşin yükselmeye başladığı zamanlardır. Bu yüzden yerinizi iyi seçmelisiniz. Panel sonrası dinlenme veya güneşlenme saatleridir. Kamp sakinlerimiz akvaryumda yerlerini alır, yağlarını sürer ve öğle yemeğine kadar güneşlenir. Öğle yemeği saati gelince resepsiyondan bir duyuru yükselir "tüm kamp sakinlerinin dikkatine öğle yemeği dağıtımı başlamıştır herkese afiyet olsun". Öğle yemeği sırasının sonundan başına gelene kadar Çukurova'nın zalim sıcağında ekmeğini kazanmaya çalışan pamuk işçisi gibi kararırsınız.
Öğle yemeği genelde üç çeşit yemek, yanında yoğurt veya karpuzdan oluşur. Tabldotunuz artık dört bölmelidir. Yemekler tuzsuz yapılır bu yüzden köşede duran kutudan tuzunuzu almayı unutmamalısınız. Sıcağın en çekilmez saatleridir, kahvaltıda zar zor yer bulduğunuz yemekhanenin yarısı "masaya güneş vuruyor" gerekçesiyle boştur. Sıkışarak da olsa pek çok kişi tercihini güneş vurmayan masalardan yana kullanır. Öğle yemeği bitiminde çatal kaşığınızı aynı kahvaltıda olduğu gibi deterjanlı suya atar tabldotunuzu Turan amcaya teslim eder ve Turan amcanın gülen yüzü karşısında onun gözlerine bakmaya utanırsınız. Turan amca burada çalışan herkes gibi gönüllüdür. Çöpleri toplar, tabldotunuzu boşaltır ve her defasında gülen yüzüyle size "afiyet olsun" der. O an anlarsınız ki insan olmayı bileni ezebilecek tek güç emektir. Turan amcanın yüzüne her baktığımda beni utandıran ve ona borçlu hissettiren şey emektir. Öğle yemeğinden sonra çöp arabası dolar ve onu boşaltan kişi yine Turan amcadır. Yemekten sonrası yüzme ve olabilecek en ufak gölgeleri dahi değerlendirme saatleridir. Sürekli yer değiştiren ağaç gölgeleri ve akvaryum kamp sakinlerinin uğrak yeri oluverir bu saatlerde.
Bazılarımız yüzer, bazılarımız dinlenir ve bazılarımız da Ali amcanın yaptığı görev dağıtımı esasında çorbada tuzu olması gerektiği fikriyle mıntıka temizliği, nöbet veya yemekhane gibi görevlerde yer alır. Mıntıka temizliği alabileceğiniz en hafif iştir. Nöbet, Hasan amca sayesinde ne zordur ne de sıkıcı. Yemekhaneye gelecek olursak; sıcağa sıcak katan dev kazanlar, bir anı anlatıp bir işveren Aşçı Hasan usta, doğra doğra bitmeyen patatesler domatesler soğanlar... Pek iç açıcı görünmese de tüm zorluklarına rağmen çalışanlar arasındaki dostluk sayesinde eğlenceli bir hal alır. Bu saatleri geçirebileceğiniz en güzel yer akvaryumdur diye düşünüyorum. Güneşe bir türlü doymayan Erkan amca bir köşede güneşlenmiyor veya uyumuyorsa bir anormallik vardır bu da aklınızda bulunsun. Çocuklarınızı dert etmenize gerek yok, onlar Bircan öğretmenle çocuk atölyesini şenlendiriyordur saat iki ile dört arasında. Tavla pullarının sesi dalga seslerine karışırken ben bu güzel insanların fotoğraflarını çekiyorumdur büyük olasılıkla. Bu saatlerde böyle geçer ve yine Elif teyzenin sesini duyarsınız akşam yemeği anonsuyla. Akşam yemeği aynı öğle yemeği gibi en az üç çeşit yemekten oluşur ve yanında da karpuz veya yoğurt. Bu saatlerde çekilen fotoğrafların çok güzel olduğu rivayet edilir bu yüzden enerjimi bu saatlere saklarım. Olabildiğince amatörlüğümle bu bir haftada bir yıl yetecek kadar anı biriktirmek umuduyla fotoğraf makinemi yeniden elime alırım.
Yemekler yenir, kaşık çatal deterjanlı suya atılır, tabldot boşaltılır ve ben Turan amcaya bir kez daha minnetle bakarım. Düşünürsünüz hangi kağıt parçası bu emeğin karşılığı olabilir diye? Düşünürsünüz ve verilebilecek bir cevap yoktur bu soruya. Düşünürsünüz mutlu olmak için insanların birbirini ezmesi, emeği sömürmesi nasıl bir saçmalıktır. Düşünürsünüz biri üç kuruş kazanıp eve ekmek götüreceğim hayaliyle emeğini yok pahasına satarken bir diğerinin oturduğu üç katlı evi beğenmemesi nedendir diye. Düşünürsünüz ve insanlığa sığacak bir cevabınız yoktur maalesef. Sonra bir yıl boyunca dert ettiğiniz şeyleri düşünürsünüz. Annemden yeni bir telefon istiyordum, bu bir yıl boyunca dert ettiğim konulardan biri de buydu. Ben utandım açıkçası böyle bir derdim olduğu için.
Mutluluğu bir avuç güzel insanla geçirilen bir haftalık tatilde bulabilecekken, başka yerlerde aradığım içindir belki de utancım. Hayatı sorgularken biri seslenir "fotoğrafımı çeker misin" diye. Güneş batmaktadır ve dünyanın güzel bir yer olduğuna inandıran şahane bir manzara vardır tam arkanızda. Akvaryumdaki minik iskelede kamp sakinlerinin deyimiyle "katalog çekimleri" başlar. Güneşi batırdıktan sonra bir hüzün çöker çoğumuza. Sona yaklaşıyoruzdur, yine de geçicidir bu hüzün dalgası çünkü bizim için doğacak altı günümüz daha vardır burada. Gündüz sıcağı yerini akşam serinliğine bırakırken kantinden okey taşlarının kahkahaların sesi yükselir. Akşam olmuştur, yemekhanedeki masalar akşam için temizlenmiş ve canlı müziğe çoktan hazırdır. Önder, Haşim, Orhan, Devrim abimiz ve bazen de bir kaç türkü ile bu sahnede yer alan müzisyenlerimiz gece on ikiye kadar gönülleri hoş eder. Halaylar çekilir, oyunlar oynanır ve her anınızı kampımızın profesyonel fotoğrafçısı Hidayet amca makinesine kaydeder. Bazı günler türküye bir türlü doymayan masalar yerel sanatçılarıyla bu sohbeti sürdürür. Bizim masamızı şenlendiren Mahir ve Yücel abiden her masada en az bir tane vardır. Saat gece bir gibi eğlence akvaryumda devam eder. Ramis amca sucuk ekmek tezgahını açmıştır ve özel tarifi olan "Nebuki" isimli içeceğini büyük bir gururla kamp sakinlerine sunmaktadır.
Bar´ın müdavimlerinden olan Ekrem amca gececi değildir erken yatar. Yerini Kayseri´li Sinan ve Serdar amca alır böylece en az dörde kadar süren muhabbet başlar. Buradaki müziklerden DJ Mustafa abimiz sorumludur. Halaylar burada devam eder. Bazen halay yerini dans ve salsaya bırakır. İkizler bu işin erbabıdır ve aramıza bu sene katılan bir başka Sinan abi de hiç fena sayılmaz.
Bu böyledir. Yedi sekiz gün boyunca, bu bir haftanın bitmesini istemeyerek bu anlattıklarımı yaşarsınız. Temizlenir arınırsınız burada. Bir yıl boyunca yaşanan çirkinlikler tüm izleriyle silinmese de yerinin çoğunu umuda bırakır.
Umut güzeldir, en az buradaki insanlar kadar güzeldir. Son gün gelir, güneş burada son kez sizin için doğar. Anlatması zor bir hüznü vardır son günün. Herkes birbiriyle vedalaşır gibi bakar. Telefon numaraları alınır, "yolun düşerse bekleriz"ler başlar. Ne kadar hüzünlüysem bir o kadar da kızgınımdır bu güzel insanları görmeden geçireceğim bir yıla. Hayat bu kadar güzel olabilecekken neden iki adım ötemde insanlar ölmeye devam ediyor sorusu yankılanır beynimde. Hurşit Külter'in hala evine dönmediği gelir aklıma. Neden düşünmekten umut etmekten bir şeyleri değiştirmekten bu kadar çok korkuyoruz diye sorarım kendime ve cevap kendi isyancısını yaratan bir yasaktan ibarettir çoğu zaman. Bir dünya, herkesin adaletsizliğinden şikayet ettiği ama hiç kimsenin de değiştirmek için çaba sarfetmediği bir dünya. Bir türlü sahiplenmeyi beceremesek de bizden başkasına ait olmayan bir dünya. Bu bir hafta boyunca bizim için doğduğuna inandığımız güneş, her gün bizim için doğuyor çoğumuz farkında olmasak da. Bu güneş tüm çirkinliklere rağmen bütün heybetiyle bıkmadan usanmadan hergün yeniden doğmaya devam ediyorsa bir bildiği vardır. Beklediği bir gün vardır. Belki bizler gibi barış, kardeşlik, iş, ekmek, özgürlük aşkınadır tüm çabası. Habercisidir önümüzdeki güzel günlerin, yaşanacak günlerin en güzeli ilerdedir dizeleriyle tutunuyordur o da umuda. İşte böyle a dostlar. 2016 Emek Yaz Kampı bitti ve geride tazelenen umutlar, kesmeye kıyamadığım bilekliğim ve bir cep dolusu güzel anı kaldı. Dünyanın güzel bir yer olduğunu hatırlattığınız için hepinize teşekkür ederim, seneye görüşmek umuduyla. Güzel günlerin bizi beklediği inancıyla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder