Tahir CANAN yazdı...
1 Mayıs nedeniyle gözaltına alınan insanlar keyfi gözaltı
tutsağı olarak tutulmaktalar. Yaşanan bu
haksızlığı dile getiren Avukatlar ise Başsavcılığın talimatıyla polis
saldırısına muhatap kalmaktalar. Avukatlar işkence görmekte. Adliye önünde
meydan dayağı, gazlı, coplu saldırı devlet erkinin gerçek yüzü olarak karşımıza
çıkmakta.
Buradan baktığımızda iç güvenlik yasasını çıkaranların neden
böyle bir yasaya ihtiyaç duyduğunu görebiliriz. Toplumu sindirerek, edilgen ve
silik, korkak bir hale getirerek ya da korkutularak yaptıkları yolsuzlukların
görülmesini engellemek için yasa yaptılar diyebiliriz. Yasal 1 Mayıs´a katılan
insanları yasa dışı eyleme kalkışmış gibi tutuklamaları yetmiyormuş gibi bir de
savunanlara dayak atarak siz de kim oluyorsunuz demekteler. Sizler, ancak bizim
istediğimiz kadar savunma yapacaksınız, yapabilirsiniz demek istiyorlar. 12
Eylül Babalarının aklına gelmeyen şiddet yöntemleri bu sivil darbecilerin
akılına gelip uygulamaktalar. Adamlar dalga geçer gibi demokrasicilik
oynuyorlar. Bunun adına da ileri demokrasi demeyi ihmal etmemekteler! İleri
demokrasi bu ise, insanin aklina geri demokrasi deselerdi nasıl olurdu acaba
demek geliyor? Bunu düşünmek bile insana acı veriyor!
Adliyenin önünde adalet dramı yaşanıyor. Adalet denen şey
adaletin savunma dalına karşı kılıç, kamçı kullanır olmuş. Adalet kavramı
adalet dağıtan değil saray ağalarının sopası olarak karşımıza çikmakta. Adı
savcı olan birisi, hak ve hukuku gerçekleştirme yerine, polislere emir vererek
yargının savunma kanadı olan Avukatlari pataklatmaktadir. Aslında buna
pataklamada denmez, doğrudan işkence
yaptırmaktır.
Bu ülkede işkence denen şeyin neden bitmediğinin en bariz
örneği devletin işkenceyi teşvik etmesiyle doğru orantılı olduğunu yine
yaşanılarak görüyoruz. Çağlayan Adliyesinde savcılığın emriyle avukatlara dahi
dayak attırılması, Avukatların dayak yemesi, hukuk sistemindeki işkencenin
yerini anlatmak için yeterlidir. Hukuk için delil üretmek sopanın gücüyle
ölçülmekte! Avukatlara dayak attıran devlet sıradan insanlara neler yapmaz ki?
Bu yaşanan olaylar yeteri kadar aydınlatıcı olsa gerek...
Meclis kolluk güçlerinin önünü açan yasalar yaparlarsa ki
yapıyorlar, savcılar da o yasaları en dip noktasına kadar uygularsa ya da
uygulatırsa karşımıza çıkan manzara iç karartıcı olur. Bütün toplumu, insanları
cendereye alan işkence manzaralari kaçınılmaz olur.
Haliyle kolluk güçleri de kırmızıyı gören boğa gibi halkı
gördüğünde saldırır. Türkiye´nin geçmişi de bu bugünü de bu mahiyettedir
maalesef.
Toplumu yönetme mantığı hep gerilime dayalı politikalarla
şekillenmiştir. Halkı düşman görme üzerine kurulu bir sistemde polis de aynı
şekilde halkı potansiyel suçlu kabul ederek şekillenir. Saldırı anlarında
düşman tanımıyla harekete geçer. Halka yabancılaşarak kendini başkalaştırır devlet
olur. Aslında bu tanım bütün devlet erki için geçerlidir. Devletin her birimi
bulunduğu alandan halka yabancılaşarak varlığını sürdürür. En alt devlet
biriminden en üst devlet birimine kadar kural aynıdır. Halkın üzerine
konumlanarak halktan ayrışmak devlet yapısının karakteristik örneği olarak
karşımıza çıkar.
Bu sistem, bir alt üst olus yasanmadan bu mantıktan kurtulamaz.
Sistemin ağababaları halka karşı hep saldırgandır. Bir Mayıs´da Taksim´in polis
işgaline uğramasının arka planında halk korkusu var. Toplumun ihtiyaçlarına
yanıt verebilecek, halkla bütünleşecek bir sisteme ihtiyaç var. Bu sistem de
halk iktidarı ya da sosyalizmdir...
Sermayenin bütün iktidar biçimleri mülkiyete dayanır. Mülk
sınıflarına hizmet eder. Önce insan
demek sermaye iktidarlarının karakterine ters düşer. Önce insan diyebilmek için
mülkiyetin toplumsallaşması gerekir.
Taksim´den başlayan olayların Çağlayan Adliyesindeki görüntülerle
bütünleşmesinin arka planinda mülk sahibi sınıfların topluma karşı işledikleri
suçlar çıkar. O, suçlar da, mülkiyetin tarihiyle paraleldir…
Yeni bir toplumu ancak yeni insanlar, insanlık tarihine
dönüştürebilir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder