Cuma, Temmuz 05, 2019

DÜNYA BÖYLE ANITLAŞAN HALKLARI DA GÖRDÜ...

MAHMUT ALINAK...
Oğlum Bişar Abdi uyarmasa o müthiş halktan hiç haberim olmayacak ve bu da benim için büyük bir noksanlık olacaktı.
“Mutlaka okumalısın,” dedi Bişar Abdi.
Az sonra bilgisayarın başındaydım.
Can pazarı o macerayı okuyunca nefesim kesildi.
İşte kan donduran o kahramanlık destanı:
Roma imparatorluğunun dünyaya dehşet saçtığı devirde..
Zamanın ibresi iki bin iki yüz yıl öncesini (MÖ. 2.yüz yılı) gösteriyordu.
O Roma İmparatorluğu ki, dünyaya diz çöktürürken, küçük bir kasaba halkına diş geçiremiyordu.
Burası Numantia adında yoksul bir dağ kasabasıydı.
Özgürlük onlar için her şeyden değerli olduğu için Roma İmparatorluğu’ nun boyunduruğuna girmeyi reddediyorlardı.
Roma kendisine diklenen bu kasabayı bir sinek gibi ezmek istiyor ama yaptığı her hamle boşa çıkıyordu.
Numantialılar, Roma’nın ağır silahlarla donatıp üzerlerine yolladığı paralı askerleri her defasında bozguna uğratıyor ve tavşan sürüleri gibi kaçmak zorunda bırakıyordu.
Bu, imparatorluk kibrinin hazmedemeyeceği bir aşağılanmaydı! Artık ne yapıp edip bu serkeş halkı tepelemek gerekiyordu!
Roma Senatosu toplanıp, general Scipio’yu otuz bin kişilik bir orduyla Numantia üzerine yolladı.
Scipio, Numantialıların korku bilmez asi ruhlarına ve üstün savaşçı kabiliyetlerine aşinaydı. Onlarla göğüs göğüse bir savaşa tutuşacak olsa ordusu çok kayıp verecekti. Bu nedenle askerlerini heba etmeyeceği bir savaş hilesine başvurdu.
Numantialılar kadın erkek silahlanıp düşman ordusunun saldırıya geçmesini beklediler.
Gelecekleri varsa görecekleri de vardı!
Ama Romalılar bir türlü harekete geçmiyorlardı. Şehri kuşatmış, öylece bekliyorlardı.
Numantia halkı buna bir anlam veremiyor ve çarpışmanın bir an önce başlaması için sabırsızlanıyordu.
Sabırsızlıkları birkaç hafta sonra yerini tedirginliğe bıraktı.
Çünkü Roma ordusu yere çivilenmiş gibi kıpırdamıyordu ve şehrin stoklanmış yiyecekleri gün geçtikçe eriyordu.
Etrafları kuşatıldığı için gıda yardımı alacakları tüm yollar da tutulmuştu.
Böylece General Scipio’nun korkunç hilesi su yüzüne çıkmış oldu. Numantialıları aç bırakarak teslim olmaya mecbur etmek istiyordu.
Gergin bekleyiş bir yıl sürdü.
Bir yıl sonra şehirde bir gram yiyecek bile kalmamıştı. Açlık amansız bir kasırga gibi en çok çocukları ve hastaları vuruyordu. Bebekler gözü yaşlı annelerinin göğsünden süt yerine kan emiyorlardı.
Kasaba halkı bir karar vermek üzere toplandı.
Ya teslim olacaklardı, ya da öleceklerdi.
Fazla bir şey konuşmadılar, kederli bir sessizlik içinde şehri ateşe verdiler.
Kızıl alev dalgaları ağıtlar yakarak etrafı sararken, bileklerini kesip ölümün kendilerini özgürleştirmesini beklediler.
General Scipio, ordusu ile birlikte üstünde kopkoyu duman bulutlarının kaynaştığı kasabaya girdiğinde göğsüne tekme yemiş gibi sendeledi.
Numantia’dan geriye yerde kucak kucağa yatan kömürleşmiş cesetler ve isin kararttığı evlerin hüzünlü iskeletleri kalmıştı.
Numantialılar ona teslim olma onurunu tattırmamış ve sinsi plânını boşa çıkarmışlardı.
Scipio hayal kırıklığıyla bir taşa çökerken, cesaret abidesi bu halka içten içe hayranlık duydu.
Tarih özgürlük âşığı bu halkı unutmadı.
Sonraki yüzyıllar boyunca mazlum halklar için bağımsızlığın ve cesaretin simgesi oldular.
Onları anlatan pek çok destan ve şiirler yazıldı, resimler yapıldı.
1882’de Numantia kasabasının yıkıntıları “ulusal anıt” ilan edildi ve kutsal bir ziyaret haline geldi.
Yaktıkları kahramanlık meşalesi dünya var oldukça ümidi ve yiğitliği  harlamaya devam edecek.
Ezilen halkların ve siyasi öncülerinin..
Zorbalara baş eğmektense ölmeyi tercih eden Numantia halkının o şanlı direnişinden çıkaracakları çok dersler var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder