RAMAZAN ÖNCEL...
Din
yedirilmiş toplumları ayağa kaldırmak zordur. Bu belirlemi sık
sık yazılarımda vurguluyorum. Bizim gibi müslüman ülkelerde ve
özellikle laikliğin hedefe konduğu bir ülkede bunu göze batırmak
ve gerici saldırılara karşı toplumu uyarmak durumundayız.
Yeni
Zelanda’da Camilere saldırı katliamının sıcağında bu soruna
parmak basmak aydın olmanın görevi olmalı.
Günümüzde
toplumlara dayatılan din, mezhep, ırk temelli Gericilik, Ortaçağ
karanlığı sadece müslümanlara özgü kavramlar değil hristiyan
dünyası ve diğer inanç türleri için de geçeri ve kullanılması
çok kolay ve elverişli araçlardır.
Avrupa
ve ABD gibi emperyalist irisi ülkelerin bu araçları bu kadar rahat
kullanmalarının nedeni bu özellikleridir. “DİN ve IRK”
temelli alt kimlikleri kaşımaları, SİVİL TOPLUM örgütleri
aracılığıyla toplumlara demokratik haklar aldatmacası adı
altında yedirmelerinin mantığı bu tür toplulukları çok
sevdiklerinden, demokratik haklarını savunduklarından değil; tam
tersine toplumları bölerek, bir birlerine karşı kullanarak kendi
siyasi çıkar ilişkilerini düzenlerler. Gerek BALKANLARDA, gerekse
Ortadoğu (BOP Ilımlı İslam), Kafkaslarda son dönemlerde Pakistan
Hindistan KAŞMİR )Bir kuşak bir Yol) kaşımasında da aynı
temeldeki dinsel ve etnik ayrılıklar kaşınmaktadır.
Suriye
hala yanıbaşımızda kanayan bir yaradır. Bu yarayı kimlerin
açtığını, din temelinde mezheplerin, Milliyet temelinde
ırkçılığın nasıl kaşındığını ve bir ülkenin nasıl
yanmış, yıkılmış ve katliamlarla emperyalist çıkarlar için
kurban edilmiş olduğunun en somut örneğidir.
Bu
açıdan en uç örnek olarak IŞİD ve El Kaide ile İsveç, Fransa
Hollanda ve Yeni Zelanda Cami katliamlarının arkadındaki asıl güç
AB ve ABD irisi emperyalist ülkelerdir.
Ne
beyaz ırkın üstünlüğünü savunan hristiyan bir birey, ne de
müslümanlığın kutsiyetini savunan bir birey tek başına suçlu
görülemez. Bu canileri eğitip donatan, yoksulluğun, sömürünün
baskı ve zulmün yani toplumsal sorunların üzerini din ve etnik
ayrımcılığı kullanarak örten arsız sermayenin iktidarlarıdır.
Bu
açıdan katliamları lanetlerken bunun asıl sorumlularının
emperyalist kapitalist sistem olduğunun altı çizilerek
lanetlenmelidir.
Avrupa’da
ırkçı partilerin bu dönemde parlementoya girmeleri, nerdeyse tüm
AB ülkelerinde: ya iktidar yada iktidarın en güçlü adayı
olmalarının altında yatan temel sorun içinden çıkamadıkları
kronikleşmiş kriz işçi ve emekçilere yönelik sömürü ve
soygunda sınırların zorlanması, buna bağlı yükselen işçi
sınıfı hoşnutsuzluğunu din ve etnik temelde mültecilere ve
yabancılara yıkarak sınıf mücadelesinin üzerini örterek
etkisizleştirmektedirler.
Ankara
garı katliamı ile Yeni Zelanda katliamı arasında hiç fark
yoktur, ikisinin arkasında da sömürü sisteminin kanlı ve kirli
eli vardır.
Sol
ve sosyalist komünistler soruna bu temelde yaklaşmak zorundadırlar.
İçinden
geçilen bu süreçte KARANLIĞIN iktidarının azgınca din
yedirdiği bir ortamda ilerici ve aydınların görevi dinsel sembol,
figür ve söylemlerden kaçınmak, tam tersine bu söylemleri alet
edenleri teşhir ederek topluma aydınlığı sunmakla yükümlüdürler.
Toplum
önüne çıkardıkları aday, yönetici, sendika yada işçi
temsilcilerini giyimden, davranış ve yaşam biçimine kadar en
ileri değerleri taşıyan, kültürel olarak alt yapısı en
gelişkin simalarla toplum önüne çıkmaları gerekir.
Toplumun
geleneksel durumu, buna bağlı giyimlerin düşüncelerin,
geleneklerin farklılığı önemli değildir, baş örtüşü, açık,
inançlı, inançsız hangi etnik yapıdan olursa oldun herkesi
kapsayarak ileri aydınlık değerleri savunmaktır önemli olan.
Muhalefetin
“Ilımlı İslam” projesinin yamağı olduğu “Yasin” okumalı
ve iktidarın Yeni Zelanda Cami katliamını miting malzemesi yapan
dincilik yarıştırmalı kirli burjuva siyasetine karşı komünist,
sosyalist ve yurtsever adayların işçi sınıfı ve tüm ezilenleri
kapsayan eşitliği, aydınlığı, barışı, kardeşliği ve
özgürlüğü yaşamın her alanında tavizsiz ikirciksiz
savunmaları olmazsa olmazları olmalı.
Ülkemizde
son dönemler İstanbul hatta İzmir gibi modern kentlerde bile
cüppeli sarıklı ucube Ortaçağ artığı gurupların “TEKBİR”
nidaları ile dolaşmaları ve tarikat ve Cemaatlerin devlet koruması
ve finansörlüğü altında toplumu dönüştürmeye çalışmalarında
gözle görülür bir artış var.
İlerici
güçlerin acil birleşik bir mücadeleyi yaşama geçirecek
çalışmalar seçimden daha yakıcı bir görev olarak karşımızda
durmaktadır.
Bu
kadar din yedirilmiş bir ülke saatli bombaya benzer, nerede ne
zaman patlayacağı belli olmaz. Örgütlü birleşik devrimci bir
gücü; karanlığın karşısına çıkarma görev ve sorumluluğu
MECLİS dışı solun önünde S.O.S kıvamında durmaktadır...
Ramazan Öncel, akıl vermenin dışında ne yapıyorsun?
YanıtlaSil