Çarşamba, Mart 20, 2019

Terörü Lanetlerken…

RAMAZAN ÖNCEL...
Din yedirilmiş toplumları ayağa kaldırmak zordur. Bu belirlemi sık sık yazılarımda vurguluyorum. Bizim gibi müslüman ülkelerde ve özellikle laikliğin hedefe konduğu bir ülkede bunu göze batırmak ve gerici saldırılara karşı toplumu uyarmak durumundayız.
Yeni Zelanda’da Camilere saldırı katliamının sıcağında bu soruna parmak basmak aydın olmanın görevi olmalı.
Günümüzde toplumlara dayatılan din, mezhep, ırk temelli Gericilik, Ortaçağ karanlığı sadece müslümanlara özgü kavramlar değil hristiyan dünyası ve diğer inanç türleri için de geçeri ve kullanılması çok kolay ve elverişli araçlardır.
Avrupa ve ABD gibi emperyalist irisi ülkelerin bu araçları bu kadar rahat kullanmalarının nedeni bu özellikleridir. “DİN ve IRK” temelli alt kimlikleri kaşımaları, SİVİL TOPLUM örgütleri aracılığıyla toplumlara demokratik haklar aldatmacası adı altında yedirmelerinin mantığı bu tür toplulukları çok sevdiklerinden, demokratik haklarını savunduklarından değil; tam tersine toplumları bölerek, bir birlerine karşı kullanarak kendi siyasi çıkar ilişkilerini düzenlerler. Gerek BALKANLARDA, gerekse Ortadoğu (BOP Ilımlı İslam), Kafkaslarda son dönemlerde Pakistan Hindistan KAŞMİR )Bir kuşak bir Yol) kaşımasında da aynı temeldeki dinsel ve etnik ayrılıklar kaşınmaktadır.
Suriye hala yanıbaşımızda kanayan bir yaradır. Bu yarayı kimlerin açtığını, din temelinde mezheplerin, Milliyet temelinde ırkçılığın nasıl kaşındığını ve bir ülkenin nasıl yanmış, yıkılmış ve katliamlarla emperyalist çıkarlar için kurban edilmiş olduğunun en somut örneğidir.
Bu açıdan en uç örnek olarak IŞİD ve El Kaide ile İsveç, Fransa Hollanda ve Yeni Zelanda Cami katliamlarının arkadındaki asıl güç AB ve ABD irisi emperyalist ülkelerdir.
Ne beyaz ırkın üstünlüğünü savunan hristiyan bir birey, ne de müslümanlığın kutsiyetini savunan bir birey tek başına suçlu görülemez. Bu canileri eğitip donatan, yoksulluğun, sömürünün baskı ve zulmün yani toplumsal sorunların üzerini din ve etnik ayrımcılığı kullanarak örten arsız sermayenin iktidarlarıdır.
Bu açıdan katliamları lanetlerken bunun asıl sorumlularının emperyalist kapitalist sistem olduğunun altı çizilerek lanetlenmelidir.
Avrupa’da ırkçı partilerin bu dönemde parlementoya girmeleri, nerdeyse tüm AB ülkelerinde: ya iktidar yada iktidarın en güçlü adayı olmalarının altında yatan temel sorun içinden çıkamadıkları kronikleşmiş kriz işçi ve emekçilere yönelik sömürü ve soygunda sınırların zorlanması, buna bağlı yükselen işçi sınıfı hoşnutsuzluğunu din ve etnik temelde mültecilere ve yabancılara yıkarak sınıf mücadelesinin üzerini örterek etkisizleştirmektedirler.
Ankara garı katliamı ile Yeni Zelanda katliamı arasında hiç fark yoktur, ikisinin arkasında da sömürü sisteminin kanlı ve kirli eli vardır.
Sol ve sosyalist komünistler soruna bu temelde yaklaşmak zorundadırlar.
İçinden geçilen bu süreçte KARANLIĞIN iktidarının azgınca din yedirdiği bir ortamda ilerici ve aydınların görevi dinsel sembol, figür ve söylemlerden kaçınmak, tam tersine bu söylemleri alet edenleri teşhir ederek topluma aydınlığı sunmakla yükümlüdürler.
Toplum önüne çıkardıkları aday, yönetici, sendika yada işçi temsilcilerini giyimden, davranış ve yaşam biçimine kadar en ileri değerleri taşıyan, kültürel olarak alt yapısı en gelişkin simalarla toplum önüne çıkmaları gerekir.
Toplumun geleneksel durumu, buna bağlı giyimlerin düşüncelerin, geleneklerin farklılığı önemli değildir, baş örtüşü, açık, inançlı, inançsız hangi etnik yapıdan olursa oldun herkesi kapsayarak ileri aydınlık değerleri savunmaktır önemli olan.
Muhalefetin “Ilımlı İslam” projesinin yamağı olduğu “Yasin” okumalı ve iktidarın Yeni Zelanda Cami katliamını miting malzemesi yapan dincilik yarıştırmalı kirli burjuva siyasetine karşı komünist, sosyalist ve yurtsever adayların işçi sınıfı ve tüm ezilenleri kapsayan eşitliği, aydınlığı, barışı, kardeşliği ve özgürlüğü yaşamın her alanında tavizsiz ikirciksiz savunmaları olmazsa olmazları olmalı.
Ülkemizde son dönemler İstanbul hatta İzmir gibi modern kentlerde bile cüppeli sarıklı ucube Ortaçağ artığı gurupların “TEKBİR” nidaları ile dolaşmaları ve tarikat ve Cemaatlerin devlet koruması ve finansörlüğü altında toplumu dönüştürmeye çalışmalarında gözle görülür bir artış var.
İlerici güçlerin acil birleşik bir mücadeleyi yaşama geçirecek çalışmalar seçimden daha yakıcı bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
Bu kadar din yedirilmiş bir ülke saatli bombaya benzer, nerede ne zaman patlayacağı belli olmaz. Örgütlü birleşik devrimci bir gücü; karanlığın karşısına çıkarma görev ve sorumluluğu MECLİS dışı solun önünde S.O.S kıvamında durmaktadır...

1 yorum: