Buradan devletin ne olduğuna bakabiliriz.
Devlet denen o aygıt bağımsız bir yapı değildir. Devlet, bir sınıf egemenlik
biçimi olarak karşımıza çıkar. Her zaman ekonomiyi elinde tutanlar devleti de
elinde tutarlar. Bu bağlamda "ekonominin yoğunlaşmış hali de
siyasettir". Yani devlet bir sınıf egemenlik biçimi olarak hareket eder.
Devlet denen o güç de hangi sınıf iktidarda ise ona hizmet eder. Bizim gibi
ülkelerde devlet aygıtı yerli ve yabancı sermayeye hizmet etmekte hiç bir
sakınca görmez. Hatta, yabancı sermayeyi çekmek için onlara özel düzenlemeler
de yaparlar. Düzenlenmenin yetmediği yerde de yasa, hukuk tanımadan keyfi
uygulamaya girişilir. Buralarda askeri, polisi halkın üzerine gönderirler.
Yani, onun için de devlet her koşulda halka karşı saldırı mekanizması
olarak çalışması gerekir. Halka hizmet deseler de her zaman sermayenin çıkarı
esas alınır. Karadeniz´de baraj yapımlarına da kullanılan askerlere bakın: O
barajlar da bu halkın çıkarları var mı? Yok. Diğer yanın da sermayenin
çıkarlarını nasıl koruduklarını o görüntülere bakarak görebiliriz. Halk kendi
yaşam alanları korumaya çalışken onlar halka saldırır. Halk suyunun havasını
bozulmasını istemez. Sermaye ise halkın yaşam alanlarına göz diker onu kendi
yararına değiştirmek ister. Halkla sermaye arasındaki kavgada devlet tankını,
topunu, askerini, polisini sermayenin çıkarı için harekete geçirir; devlet
halka saldırır, sermayeyi korumaya alır. Bunu hayatımızın her alanında görebiliriz.
Bir işçi grevinde ya da çevresel sorunlar da bunlar sıkça yaşanır. Fabrika
işçileri coplanıp, tutuklanır.
Fabrika ya da fabrika sahibi, askerler polisler tarafından korumaya alınır.
Devlet halktan yana olanlara karşı hep saldırır, güç kullanır. Sermayenin
çıkarı esas alır. Sermayenin çıkarı için devlet halka, halktan yana olanlara
işkence yapar, öldürür, mahpuslara atar! Bunların tamamı her gün gözümüzün
önünde yapılır ama bizler olup biteni kanıksadığımız için olanları görmeyiz. Bu
da egemenlerin işini kolaylaştırır. Devlet adına her türlü zulmü uygularlar. Bütün
bu zalimlikleri yaparken de ortada olan gerçekler devlet tarafından çarpıtılır.
Yalan dolanla sermayenin çıkarı halkın çıkarı gibi yansıtılır. Mahkemeleri,
karakolları bir orkestra gibi halk aleyhin çalışırlar. Adaletle mülk özdeş hale
geldiği için de her zaman mal mülk sahipleri lehine kararlar verirler. Bütün o
zalimliklerini halktan gizlemek için de olayları eğerek bükerek halkı
kandıracak araçları devreye sokarlar.
Gazete ve televizyon kanallarını seferber ederek sermaye yararına
olanları halkın yararına gibi anlatırlar! Karayı ak, akı kara yaparak toplumun
algısını yöneterek onları aldatırlar. Deyim yerinde ise at izi it izine
karışır. Sapla saman anlaşılmaz olur. Bugün Evrensel Gazetesini karıştırırken
12 Eylül sürecinde işkence yapanların dosyası zaman aşımı nedeniyle
kapatıldığını okudum. Zaman aşımına bunlar hangi mantık getirdiğini sorgulamak
her insanın görevi olmalı ki devlet denen o şey anlaşılabilsin! Devleti koruma,
kollama görevi verdikleri o askerler,, polisler, ,devleti ,korumadan
anladıkları şey devrimcilere, demokratlara, halka işkence yapmışlardır.
Devlette, kendi adına, sermaye adına işkence yapanları korumayı kendine vazife
edinmiştir. Onları hep korumuş, kollamıştır! Öylece, bu anlayış üzerine o zaman
aşımı sürecine gelmiştir. Her dönem bu devlet aklı, halka karşı bir saldırı
politikasıyla hareket ettiğini toplum olarak biliriz. Dün de bu günde devlet
aklı halka saldırı üzerinde hareket etmekte. Halka saldırarak kendini ayakta
tutmakta.
Yaptıkları yasalara göre işkence bir insanlık suçu olmasına rağmen
yasaları doğru dürüs çalıştırmadıkları için o olayların failleri 30 yıl
sürüncemede bırakılarak o malum zaman aşımına kadar gelmiş olur. Aslında
işkence bir insanlık suçu!, İnsanlık suçunun zaman aşımı olmaz ama bu yasalar
kağıt üzerinde kaldığı için zaman aşımı sürecine geliriz. Fiiliyatta, devlet
işkencecileri korumuş olur. Mehmet Eymür'ün devletin yaptığı cinayetler üzerine
mahkemede verdiği ifadeler insanın nutkunu kurutacak biçimde! Aleni olarak suç
işleyenlerin kimler olduğunu anlatır. O suçladıkları suçlu da kendisinin temiz
olduğu anlamına gelmez. Kendisi de Tarık Ümit kadar kirli bir pisliktir. Bunu
söyledikten sonra yine de Eymür'ün açıklamalarına bakalım: "Suç ekibi
Ağar’a bağlıydı O dönem özel bir suçu ekibinin oluşturulduğunu anlatan Eymür,
“Arasında eski ülkücüler vardı. Bunlar cinayet ve haraç gibi işlere
girmişlerdi. Mehmet Ağar’a bağlı olan bu grubu İbrahim Şahin ve Korkut Eken
sevk ve idare ediyordu. Bunlara emniyet tarafından yeşil pasaport verildi.
Bunları suç örgütü olarak nitelendirebiliriz. Bazı kişilere polis
hüviyeti verip, adam alıp kafasına sıkmak devlete yakışmaz” dedi. Avukat Selçuk
Kozağaçlı’nın “Tarık Ümit nasıl biriydi” sorusuna yanıt veren Eymür, “Tarık,
çok da makbul bir vatandaş değildi. Zaten, kirliliği ortaya çıkarmak için temiz
insanlara bunu yaptıramazsınız. Tarık çok konuşan, asabi biriydi. Ama Tarık
vasıfları itibariyle çok iyi bir haber elemanıydı” ifadesini kullandı."
(Cumhuriyet Gazetesi 29 eylül 2016 Perşembe) Bu itiraflar Devlet denen aletin
sermaye elinde nasıl bir alet olduğu gözler önüne serilir! Ancak bunu görmek
istemeyenler açısından tam bir bilinmez olur çıkar! Haklıyı haksız, haksızı
haklı yapan bir alet önümüzde durur. Pazartesinden bu yana arka arakaya gazete
haberleri devletin o bilinen iğrençliğini okuruz. Bu okuduklarımız şeyler bir
kez daha devlet denen o şeyin ne kadar alçak bir mekanizma olduğunu bizlere
göstermiş olur. Mehmet Eymür dönemin faili meçhullerinin hiç de faili meçhul
olmadığını mahkemede anlattığı halde egemenlerin yargısı suçluları korumaya
devam ettiğini bizlere gösterir. Ve göstermeye devam edecektir.
28 Eylül 2016 tarihinde DİHA haber ajansına dayanarak, Evrensel
Gazetesi, bu iğrenç, insanlık suçu olayı zorunlu olarak okuyucularına sunmuş
oldu. 12 Eylül’de Mamak’taki işkence ve ölümlere zaman aşımı! Mamak Askeri
Cezaevi'nde 12 Eylül'de yaşanan işkence ve ölümlere ilişkin açılan soruşturmada
"zaman aşımı" nedeniyle takipsizlik kararı verildi. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı, 12 Eylül döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Mamak Askeri
Cezaevi'nde yaşanan işkencelere ilişkin açılan soruşturmaya takipsizlik kararı
verdi. Savcı kararında, suç oluşturan "kasten insan öldürme",
"işkence ve kötü muamele" suçlarının 1980-1984 döneminde işlendiğini,
suç tarihinden bu yana 30 yıldan fazla süre geçmiş olması dikkate alındığı ve
öncelikle zaman aşımı konusunun değerlendirilmesi gerektiği belirtti. Kararda,
"kasten insan öldürme, işkence ve kötü muamele" suçlarının, suç
tarihinde yürürlükte bulunan ve şüphelilerin lehlerine olan 765 sayılı TCK
uyarınca zaman aşımına uğradığı anlaşıldığından, "kamu adına kovuşturmaya
yer olmadığına" karar verildiği bildirildi. Savcılığın kararıyla birlikte
aralarında yayıncı İlhan Erdost'un da bulunduğu çok sayıda kişinin ölümü ve
işkence yapılmasıyla suçlanan Mamak Askeri Cezaevi Müdürü Raci Tetik ve birçok
isim "zaman aşımı" nedeniyle yargılanmayacak.
İnsan hakları savunucuları ise bu tür suçların "insanlığa karşı
suç" kapsamında değerlendirilmesi ve cezasızlık örneği olan zaman aşımının
uygulanmaması gerektiğini belirtiyor." Bu noktada söz biter. Devlet
işkencecilerini korumada başarılı olduğunu bize gösterir. Yeni
işkencecilere „merak etmeyin“ mesajını
da vermiş olur. Devlet işkencecilerini korumaya aldığı bu dönemde Başbakanın
emriyle onlarca muhalif gazete ve televizyon kanalını bir gecede hukuksuz
olarak kapatmış oldular. Bu kapatmalarla halka zulmü sürdürmeye devam
denmiştir. Savaş politikasının karşısında duracak güç bırakmamak üzere
saldırıyı tırmandırmak istiyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder