Pazar, Nisan 10, 2016

1918-Aşk,hicran ve isyan...

Mahmut ALINAK...
Hüseyin hayretle baktı Zürbe’ye
Zürbe ya sen âşık değilsin ya da bilmiyorsun aşkın ne olduğunu
Volkanik bir ateştir aşk
Okyanuslara meydan okuyan
Yanmamışsa, tanışmamışsa aşkın çılgın ateşiyle bir insan
En zengini de olsa dünyanın
Bir kibrit çöpü bile etmez aşk yoksulu hayatı
Zürbe hayat dediğin nedir ki?
Daha saniyesi geçmeden siler durur zamanın çelik fırçası geçmişimizi
Dün, sonsuzlukta yitip gitmiştir
Yarın ise göklerin yedi kat üstünde bir meçhul
Padişah mührü bile olsa cebinde
Kimseye yok bir vaadi hayatın
Boşa geçen uzun senelerin değil
Aşkın sihirli gücüyle
Dünyaya iyilikler saçtığımız mutlu anların toplamıdır hayat
Baharın bitişini haber veren cevapsız soruların kırağısı düşmüşse
Bir âşığın gönül bahçesine
Yeşermez artık aşkın ateşten gülleri
Volkanı sönmüş o âşığın kalbinde
Zürbe kardeş
Sen alabiliyorsan eğer Lilyasız tek bir nefes
Ya hiç âşık değildin
Ya da solup gitmiş aşkınız
Sıkmayacaksam eğer canını
Anlatayım sana Telli’yle yaşadığımız serüveni
Gör o zaman neler getirir insanın başına aşk ateşi
Köyün birkaç zengininden biriydi güzel vatanımızda evimiz
Şimdiki gibi yine böyle kalabalıktı iki amcamla hanemiz
Bir amcam var, adı Zeki, dal gibi ince, kıymaz insan bakmaya
Hayvan alışverişiydi işi vatanda
Gittiğinde köylere hayvan almaya
Beni de götürürdü bazen yanında
Bir gün gittiğimiz bir köyde
Misafir olduk bir eve
O gün gördüm Telli’yi işte
Elinde bir çay tepsisiyle
Girince bir ceylan ürkekliğiyle oturduğumuz odaya
Sabah güneşini bile gölgede bırakacak güzelliğiyle
Kesildi nefesim
Alev alev tutuştu kalbim
Gökten nur yağmış gibi kamaştı gözlerim
Aşkın esaret zincirine vuruldu o anda yüreğim
Kasırgalar koptu içimde
Zindan oldu bana o gece
Güneş sabah açınca dünyaya aydınlık kapılarını
Ağır yaralı bir hasta gibi sürüklendim dışarı
Sabahın ilk ışıkları nakışlamıştı turuncuya etrafı
Yankılanıyordu havada neşeli kuş, horoz ve köpek sesleri
Gözlerinde uykunun mahmurluğuyla
Daha yeni çıkıyordu insanlar evlerden dışarı
Telli elinde bakır bir ibrikle
Kınalı bir keklik gibi süzüldü o cennet sabaha
Onu görünce kapıda
Koptu kalbimin kasılmış dizginleri
Göğsümü dövdü balyoz gibi şuursuz kan dalgaları
Eğilip o bakır ibrikle su dökerken elime
Ey peri kızı, dedim, nedir senin adın?
Titredi elleri, kızardı yanakları
İndirdi utangaç bir susuşla gül pembesi göz kapaklarını
Sakladı benden tanrısal bir ışıkla yanan bal sarısı gözlerini
Feryat figan ettim
Ey göklerin melek kızı, dedim
Meftun oldum cemaline görünce dün seni
Ben, ben olmaktan çıktım, oldum deli divane
Ya kavuşurum sana ya da ölürüm severek uğrunda
Ne olur kaldır şu ceylan gözlerini
Saklama benden esir eden bakışlarını
Feda ederim senin tek bir bakışına şu değersiz canımı
Ey melek kız, acı bana
Sensizlikte zindan gibi kararan dünyamı aydınlat nurunla
Sözlerim sanki bir kamçı gibi şakladı Telli'nin yüzünde
Titredi ibriği tutan eli kurşun yemişçesine
Kızgın bir şimşek çaktı kıvrık dudaklarının kenarında
Bıçak yarası gibi derin bir çizgi yerleşti çatılan kaşlarının arasına
Beni horlayan sert bir bakış oturdu gözlerine
Sinirli sinirli zonkladı gül pembesi zarif burun kanatları
Su dolu ibriği hiddetle çalarak yere
Uzaklaşıp gitti yıldırım gibi bir öfkeyle
Yer gök ateş olup yaktı o günden sonra beni
Yüz yıllık zindana bedeldi
Aşkın kor sağanağı altında Tellisiz geçen her günüm ve her gecem
Artık bir mabet olmuştu Telli’nin yaşadığı ev bana…
**********
Dört yüz yıllık dev bir hanedanlık iken Rus Çarlığı
Yıkılmaya mahkûmdu o da yıkılmaz sanılan tüm monarşiler gibi
Uyandılar
Uyanıp el ele verdiler Rusya ezilenleri
Dikildiler
Çar 2. Nikolay'ın karşısına ateşten bir kale misali
Kâbus sandı önce heybetli Çar, karşısında gördüğü coşkun insan selini
Uyandığında gerçeğe dehşetle büyüyen gözleri
Çoktan kuşatmıştı isyancılar
Harcı halkın alınteri ile karılan Kremlin Sarayı'nı
Halkları cendereye almak için beslediği ordusu
Kışlasından çıkıp ona doğrultmuştu şimdi namlusunu
1917 senesinin sonbaharıydı
Bin neşeyle gülümsüyordu özgürlüğü müjdeleyen sabah güneşi
Çürümüş bir ağaç gibi cayırtıyla yere serilirken Çar 2. Nikolay monarşisi
Ezilen tüm dünya halkları ve emekçileri
Coşkuyla selamlıyordu Lenin'in önderliğindeki Sovyet Sosyalist Devrimi
Aziz ülkemiz
Ezilen tüm dünya halklarının evidir, diyordu Rusya sosyalistleri
Göğün mavi tavanına yükselirken alkışlar şimdi
Çıktığı kürsüde devleşen o küçük adam
Kardeştir tüm dünya halkları
Ve insanlık suçudur işgal, diye duyurdu devrimin yeni felsefesini
Lenin'in bu ışıklı sözleriyle boşalttı Rus ordusu işgal ettiği
Kürdistan ve Ermenistan illerini
Tüm hayatı işgalcilerin azgın çizmeleri altında geçen bu yaslı topraklar
Tekrar el değiştirdi
Yaralı bir ceylan gibi
Yeniden düştü Osmanlı'nın pençesine
Rus ordusu çekilince Ermenistan'ın içlerine
Osmanlı Devleti, Ruslarla işbirliği yaptıkları bahanesiyle
Karar verdi Ermenileri kendi baba ocağı yurtlarından sürmeye
Böylece Türk askerleri ve onların himayesindeki Kürt Hamidiye Alayları
Rus işgalinde biledikleri öfkelerini
Zincirlerini kırmış kasırgalar gibi kustular
Van ve Muş Ermenilerinin üstüne
Büyük küçük, kadın erkek ayırmadan katletmeye koyuldular Ermenileri
Katliamdan kaçan Ermeniler sersefil düştüler göç yollarına
Gayeleri Kars üzerinden geçmekti Ermenistan'a
Azaplı bir yolculuğun ardından sürüklenerek geldiler Kars'a
Haftaların yorgunluğunu üstlerinden attıktan birkaç gün sonra
Karslı Ermenilerden aldıkları güç ve cesaretle
Van ve Muş'ta uğradıkları katliamın intikamını almak üzere
Saldırdılar Karslı Kürtlere ve Türklere hiddetle
Altın bir fırsat doğdu böylece
Ermenileri topraklarından söküp atmak isteyen Osmanlı Devleti’ne
Kâzım Karabekir
Emir verdi komutasındaki askerlere ve Hamidiye Alayları'na
Taş üstünde taş kalmayacak buralarda
Kâfirin nefesinin değdiği ne varsa yok edilecek bu aziz topraklarda
Kanlı izleri asırlarca sürecek savaş, böyle patlak verdi işte
**********
Hüseyin cesaret ve dayanma gücü aşılamak istercesine Zürbe'ye
Demir bir pençeyi andıran eliyle
Zürbe'nin kolunu sıktı kuvvetle
Hatırlarsan bir sohbetimizde
Aşk uğrunda severek ölüme gidilen volkanik bir ateştir, demiştim sana
Bazı insanlar kartallar gibi, bazıları da kurbağalar gibi yaşarlar hayatı
Kurbağalar kolay yolu seçer
Basit ve ucuz bir ömür geçirirler alçaklarda
Hayatla o kesin veda günü gelip çattığında
Yitip giderler hiçbir iz bırakmadan zamanın sonsuzluğunda
Kartallar ise yıldırımlar ve kasırgalarla boğuşarak sürdürürler hayatı
Çelik kanatlarıyla çıkarken göklerin doruklarına
Yalnız ama bir dünya fatihi kadar da mağrurdurlar
Yaşamları gibi ölümleri de kahramancadır
İki yol var biz insanların önünde
Ya kartallar gibi yükseklerde uçmak
Ya da kurbağalar gibi bataklıklarda debelenmek
Arkadaşlığın altın tacıdır fedakârlık
Boranlı günlerde gün ışığına çıkar gerçek dostluk
İşte o zaman göğe erer
Dostluk tacıyla ışıklanan soylu başlar
Boşuna dememişler, dost dostun eyerlenmiş atıdır, diye
1918- AŞK, HİCRAN VE İSYAN KİTABIMDAN ÜÇ KISA BÖLÜM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder