Pazar, Kasım 01, 2015

Hacıosmanoğlu kimdir, Hacıosmanoğlu kim olamaz?

Özlem BAYRAK...
Trabzonspor  Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, Gaziantepspor ile 2-2 berabere kaldıkları maçın ardından  önce Trabzonspor’un  penaltısını  vermediğini düşündüğü hakemleri alıkoydurdu; sonra kendisini  ‘uğruna öleceği bir liderin’ arayıp Türkiye’nin imajı ile ilgili sıkıntı oluşturabileceği   telkini ve  bu sorunlarını  ‘çözeceği’ne dair söz vermesi ile hakemleri serbest bıraktığını açıkladı.
Henüz  haberin devamına gelmeden de-bir futbol maçında kararı beğenmeyince hakemleri ‘alıkoyabilmek’ üzerinden- endüstriyel futbolda futbolcunun, hakemin, antrenörün, taraftarın taşıdığı anlam  üzerine sayfalarca söz söylenebilir. Erk sahibi bir siyasetçinin Hacıosmanoğlu’nun problemlerine nasıl bir ‘çözüm’ getireceği sorusuna dair söylenecekleri de eklersek buna neler yazarız, neler tartışırız, neler söyleriz neler. Söyleriz de işin bu kısmını  şimdilik  başka tartışmalara, başka yazılara bırakıyoruz. Ve Hacıosmanoğlu’nun  bu yazının yazılmasına sebep cümlesine odaklanıyoruz;“Öleceksek de adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız. Bizi kadın gibi yaşatmaya da kimsenin gücü yetmez.”
Bu yazı yazılırken binlerce kadının başta sosyal medya üzerinden de örgütlenerek  verdikleri  yoğun tepkiye pek çok farklı kesimden gelen sert eleştiriler eklenince Hacıosmanoğlu  geri adım atmak ve özür dilemek zorunda kaldı. Özrü bile baştan aşağıya cinsiyetçi ifadelerle dolu olsa da attırılan geri adım önemliydi. Hacıosmanoğlu’nun ilk ayrımcı ve nefret suçu içeren cümleleri ya da bu anlamda ilk vukuatı değildi bu; ” Trabzonspor  Rum takımı mı, Ermeni takımı mı?”  cümlesini de hatırlayalım. Hacıosmanoğlu tüm bu vukuatlarını  ‘Trabzon’u katletmek isteyenlere karşı Trabzon’u savunmak için’ işlediğini söylüyor. Hacıosmanoğlu kimmiş?  Trabzon ve Doğu Karadeniz coğrafyasına onarılmaz yaralar açan HES’lerin,Yeşil Yol’un,  Uzungöl’ün betonlaştırılarak katlinin mimarı siyasetçilerin, muktedirlerin  uğruna ölebilecek bir ‘adam’. Kim olamazmış peki Hacıosmanoğlu?  Tüm bunların karşısında Karadeniz’in deresini, ırmağını, ağacını, toprağını canı pahasına en önde savunan Karadeniz kadını, Havva Ana.
Hacıosmanoğlu’nun ilk ayrımcı söylemi bu olmadığı gibi son derece eril bir alan olan futbol sahalarının içinden, dışından, basınından, patronundan kadınlara dönük cinsiyetçi söylem ve davranışlarla ilk karşılaşmamız değil tabii ki bu.
‘ŞİŞME KADIN’ YAKMA PSİKOLOJİSİ
Fenerbahçe Galatasaray maçının öncesinde Kızıltoprak’ta toplanan  bir grup Fenerbahçe taraftarı Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi 1999’dan beri Kadıköy’de yenememesi ile ‘dalga geçmek’ için Galatasaray forması giydirilmiş bir şişme kadını yaktı. Hissettiğim şey yalnızca bir kadın olarak duyduğum öfke değildi bu kez. Çocukluğumdan beri Fenerbahçe tribününde maç seyreden ve son dönemde tribünde küfre ve şiddete karşı taraftarların ortak atmaya çalıştığı adımların umutlandırdığı  bir kadın olarak da hicap duydum.  Daha önce de benzer durumlar için kına geceleri, homofobik çağrışımlı maketler yapıldığını, pankartlar açıldığını biliyoruz pek çok statta. Ya da bu  haftaki örnekte olduğu gibi stada alınmadığında da stadyum dışında.  Dalga geçilecek durumda olduğu, aşağılanmayı ‘hak ettiği’ düşünülen  takım için benzerlik ilişkisi kurulanın erkek olmayan olması elbette ki tesadüf değil.
Toplumda olmayan herhangi bir şey tribünlere yansımıyor. Zira gözyaşları mendilden gelmiyor. Tribünler de toplumun aynası bir nevi. Toplumsal kültürün yeniden üretildiği bir alan futbol sahaları, tribünler. Aynı zamanda “biz” ve “öteki” nin yeniden üretildiği bir alan. Bu alanın sahibi olarak konumlanan güçlü, etkin, saldırgan erkeklik mitinin “biz” olduğu yerde öteki olan kadın tabii ki. Ayrıca iktidarı şiddet üzerinden kurma yöntemi olarak karşımızda duran futbol holiganlığının yarattığı hastalıklı “erkeklik” algısı muhafazakarlaşma ve ötekileştirme pratiklerini de belirliyor. Böylece toplumda kadın katliamı boyutuna varan kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin her türlüsünün yansımasını gördüğümüz futbol sahaları aynı zamanda muhafazakarlaşma pratikleri ile de  birlikte kadınlara futbol sahalarının ve tribünlerinin dışını gösteriyor. “Burası erkeklerin alanı kadınlar dışarı”nın net bir ifadesi olarak tribünlerden binlerce taraftarın hep bir ağızdan söylediği “koyduk mu?”  ortak ‘düşman’ etrafında inşa edilen taraftarlık kültürü içinde erkek olmanın ya da erkekleşebilmenin birinci koşul olduğunu da ilan etmiş oluyor.
“Ben kadınlarla futbol konuşmam” diyerek program terk eden Ümit Özat’la ya da Chelsea’nin kulüp doktoruna diğer İngiliz takımlarınca açık bir biçimde gösterilen “saha dışı”na inat ısrarla  “saha içi”ne girmeye çalışan kadınlara taraftar gruplarından da tepki var. Mesela tribun.com’da Galatasaray tribün forumunda  kadın taraftarlara yer gösteriliyor.” Ne işi var kadın taraftarın kuzey tribününde. Ben mecbur muyum kadın var diye kendimi toparlamaya gelmesin tribüne o zaman” diyor erkek taraftar. Bazıları başka tribün derken bazıları  doğrudan evin yolunu gösteriyor kadınlara. En temel itirazlardan biri kadınların gerçekten maç seyretmek için, futbolu sevdikleri için, taraftar oldukları için tribüne gelmiş olacaklarına inanmama hali!  Diyor ki Galatasaraylı taraftarlar bu forumda Kuzey tribün başta olmak üzere, tribünler erkeklerin kadınlar evine ! Bunun tekil bir örnek olmadığını söylemeye gerek yok tabii. “Hayır tüm kadınlar selfie çekmeye gelmiyor” diye savunan erkeklerin ‘savunma’ yöntemi ise tüm bu eril  bakış açısının özeti belki de; “Haksızlık etmeyin elde bira ağızda ana avrat küfür erkek gibi kadınlar da var!”  Yani yalnızca erkeğin değil kadının da “taraftar” olmasının tek yolu tarif edilen saldırgan erkek mitinde birleşmesi, erkekleşebilmesi.
Var olan toplumsal cinsiyet algısını değiştirmek, tribünlerin ırkçı, ayrımcı, cinsiyetçi yapısıyla mücadele etmek  için de kadın olarak tribünde olmak gerek. En azından futbolu sevenlerimizin.  Futbolda ayrımcılığa karşı mücadelede gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz  en azından uluslararası alanda. Ama iş cinsiyetçiliğe gelince aynı şeyi söylemek mümkün değil maalesef . Hep bir ağızdan yapılan cinsiyetçi tezahüratların da kadınları kamusal bir alanın, bir spor alanının dışına itme tutumunun da bir nefret suçu olduğunun kabulünü sağlamakla başlayacak  uzun bir yol var daha kat edilmesi gereken önümüzde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder