Pazartesi, Aralık 29, 2014

Hutbenin fıtratı...

Nilgün TUNÇCAN ONGAN...
İstanbul Müftülüğü tarafından hazırlanan Cuma Hutbesine göre iş cinayetleri ne “kaza” ne de “fıtrat”. Adeta Allah’ın muradı.
“Hayat, Tedbir ve Takdir” başlıklı hutbe, “Hiçbir musibetin Allah’ın izni olmaksızın başa gelmeyeceğini” bildiren bir ayetle başlıyor. Ardından gelen hadiste ise her türlü sıkıntının “Allah’ın takdiri” olduğu hatırlatılıyor ve “şöyle yapsaydım böyle olurdu” dememek gerektiği vurgulanıyor. Buradan “tedbirin gereksiz ya da faydasız” olduğu sonucunun çıkartılamayacağı belirtilse de, “Allah’a olan güvenin sarsılmaması” bakımından ise “tedbirde ölçülü olmak” gerektiğine dikkat çekiliyor.
Hutbe, sınıf ilişkileri bakımından sadece iş cinayetlerine atıf yapmış gibi görünse de, ortaya koyduğu yaklaşım kapitalizmin dini nasıl araçsallaştırdığını genel olarak kavrayabilmemiz açısından büyük önem taşıyor. Çünkü kapitalist sömürünün nesnel sonuçlarını imanın şartları bağlamında değerlendirmek tıpkı iş cinayetleri gibi açlık, yoksulluk ve işsizliği de kaçınılmaz olarak “Allah’ın muradı” haline getiriyor. Dolayısıyla herhangi bir inanç sistemi normatif idealleri doğrultusunda sömürüye ne kadar karşı çıkarsa çıksın, din kurumunun kapitalizme hizmet etme ve onu yeniden üretme işlevini engelleyemiyor.
Eşitsizliğin “Allah’ın takdiri” olarak değerlendirilmesi sosyal adalet arayışını “herkesin payına düşenle yetinmesi” haline dönüştürürken, adaletsizliğin yapısal kökenine müdahale edilmesi ise “Allah inancını sarsan ölçüsüz tedbirler” kapsamına giriyor. Sınıflı topluma “ilahi meşruiyet” sağlayan bu yaklaşım; sendikayı “haram”, grevi “günah” sayan patronların da başlıca referans kaynağı oluyor.
Bu çerçevede dayanışma olgusu da nesnel temellerinden kopartılıp tümüyle ahlak alanıyla sınırlandırılırken, piyasanın işleyiş dinamiklerine müdahale etmeyen “hayırseverlik” gibi dayanışma biçimleri ön plana çıkartılıyor. Ancak hutbeye egemen olan “takdir-i ilahi” yaklaşımı aslında ahlaki normları da etkisizleştiriyor. Örneğin açlık musibetinin de “Allah’ın takdiri” olarak değerlendirilmesi halinde “komşusu açken tok yatmama” ilkesi işlevsizleşiyor.
Kapitalizm din kurumunu bir hegemonya aracı haline getirirken kimi zaman egemen inanç metodolojisinin bunu kolaylaştıran özelliklerini kullanır kimi zamansa doğrudan işçilerin dindarlıklarını hedef alarak tıpkı demokrasi gibi dindarlığın da ölçüsünü belirlemeye kalkar. İşçilerin dindarlığını bir yandan isyana karşı “tahammül”ün güvencesi kılmaya çalışırken, bir yandan da mücadeleyi dinsizlikle eşitleyerek “yoldan çıkan” işçiye ayar vermek için kullanır. Patronun çıkarlarının  “Allah’ın emri” olarak algılanması için kullandığı başlıca yöntemse işte bu hutbeye egemen olan yaklaşımdır. Ancak hakkını teslim etmek gerekir ki, bunu yaparken her zaman İstanbul Müftülüğü kadar pervasızca davranmamaktadır..
* Evrensel Gazetesinden alınmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder