“Erkekçe olsun isterim Dostluk da düşmanlık da. Hiçbiri
olmaz halbuki” İnsanlar yaşadıkça daha iyi öğreniyor önlerine bakmayı. Düşmek
de gerekiyor bazen, yaralanmak, sıyrıklar almak da... Canının yanması gerekiyor
yaşamın ne denli güzel olduğunu fark edebilmek için. Yaşamı anlamlandıran biraz
da hayal kırıklıklarımız değil mi zaten? Acı da verse bu deneyimlerimiz, kazanç
olarak direnmeyi öğreniyoruz. Etimiz ve beynimizde hissettiğimiz oranda büyüyor
acı ve özgürlük. Bu günü yarım yamalak sunanlar, açlığımızla, yoksulluğumuzla
alay edenler aslında çürüyen bir tahtın son soytarıları değil mi? Evine ekmek
götüremeyenlerin fablını yapabilenler Mari Antuanet’in soyunu sürdüren piçlerden
başka ne olabilir? Yoksullukları çoğaltarak zenginliklerini artıracağını
düşünenleri meydanlarda kurulacak giyotinlerin tiz ıslıklarından başka bir şey
beklemiyor. Yaşadığımız günler ağır geçiyor, sayrılıklı ve zayıfız.
Söyleyeceklerimizi tam söyleyemiyoruz, yapacaklarımız ertelenmiş... Kim ne
derse desin egemenler değil sesimizi boğan, bizi böyle lal, kör ve sağır
eden... Ellerimizi en ince kemiğinden kıran aramızdaki yılan soyları
ihanetçiler değil mi? Hani o hep yanımızda olan daima, sinsi ve bukalemun
söylemleriyle önümüzü tıkayanlar... Devrim adına konuşanlar, allayıp
pullayanlar direnişi ve ellerine ilk fırsat geçtiğinde ucuz pahalı demeden
satanlar en yakınlarını...Sevda sözcükleri makyajıyla sevdayı arkadan
jurnallayanlar en yakınımızda olanlar değil miydi ? Düşman ihanet etmez hiçbir
zaman, direk saldırır ve sen bilirsin onun şu veya bu şekilde
saldıracağını...Düşman şaşırtmaz. İki ayrı kuvvetin birbirine saldırısı
olağandır. Bizi yaralayan oysa en ummadığımız taraftan gelen apansız ve de
ahlaksız kendi yandaşlarımızdan gelenlerdir. Uykudayken vurur, en zayıf anında
vurur damgasını ihanet. Tam da ona en güvenmişken, sırlarını vermişken, uğruna
çok şey feda etmişken... Hiç beklemediğiniz anda yani , hiç beklemediğiniz
şekilde ve hiç beklemediğinizden... Yaralar elbet bu şekilde bir fiil... Acıtır
içinizi. Geçmişi düşünürsünüz, onunla yaptıklarınızı, paylaştığınız sırları,
gelecek planlarını, birlikte güldüğünüz ve ağladığınız anları, kırılır elbet
içinizdeki en gizli bahçenizin çiçekleri...Oysa her şeye rağmen bir şans daha
vermiştiniz ona... İtirafçılık yasasının gündeme geldiğindeki ilk günlerde aklı
evvel biri Marks’a atfen anti Kapital’i yazmaya çalışmış ve efendilerinin
gözüne girebilmek için elinden geleni yapmaya çalıştığını görmüştüm. Uzun süre
düşünmüştüm, bu zat zaten itiraf etmiş ve yasadan yararlanmıştı, bu salakça
çabasının nedeni neydi? Sonra anladım. İhanet etmek yetmezdi, direnenleri zayıf
düşürmek için saldırmak da gerekiyordu. Çünkü efendileri direnişi bırakanları
ciddiye almıyor, direnenleri geriletmek için çaba sarf eden ihanetçilere daha
fazla prim ödüyordu.... Ülkenin içinde bulunduğu kirlenmişliğe hiçbir ciddi
karşı duruş göstermeyenler bir şekilde ellerinde tuttuğu iktidarın saltanatını
daha fazla sürdürmek için karşısında engel gördüğü herkese her şeye kirli savaş
taktiği uyguluyor. Globalizm, yeni dünya düzeni vs. gibi ahkam kestiği süslü
sözler boğazında hissedeceği bıçağın keskinliğini azaltmayacak ihanetçilerin.
Hazırlanın hainler sonunuz yaklaşıyor. İcazet aldığınız iktidarlar yüreğinizin
çürümüşlüğünden daha sağlam değil. Önce onlar düşecek kıçlarının üstüne,
ardından sizin beyinsiz başlarınız... Aynaya bakın son kez, belki utanmayı
öğrenebilirsiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder