Pazar, Aralık 21, 2014

Aynaya bakın son kez, belki utanmayı öğrenebilirsiniz?

Aydın PARILTI yazdı...
“Erkekçe olsun isterim Dostluk da düşmanlık da. Hiçbiri olmaz halbuki” İnsanlar yaşadıkça daha iyi öğreniyor önlerine bakmayı. Düşmek de gerekiyor bazen, yaralanmak, sıyrıklar almak da... Canının yanması gerekiyor yaşamın ne denli güzel olduğunu fark edebilmek için. Yaşamı anlamlandıran biraz da hayal kırıklıklarımız değil mi zaten? Acı da verse bu deneyimlerimiz, kazanç olarak direnmeyi öğreniyoruz. Etimiz ve beynimizde hissettiğimiz oranda büyüyor acı ve özgürlük. Bu günü yarım yamalak sunanlar, açlığımızla, yoksulluğumuzla alay edenler aslında çürüyen bir tahtın son soytarıları değil mi? Evine ekmek götüremeyenlerin fablını yapabilenler Mari Antuanet’in soyunu sürdüren piçlerden başka ne olabilir? Yoksullukları çoğaltarak zenginliklerini artıracağını düşünenleri meydanlarda kurulacak giyotinlerin tiz ıslıklarından başka bir şey beklemiyor. Yaşadığımız günler ağır geçiyor, sayrılıklı ve zayıfız. Söyleyeceklerimizi tam söyleyemiyoruz, yapacaklarımız ertelenmiş... Kim ne derse desin egemenler değil sesimizi boğan, bizi böyle lal, kör ve sağır eden... Ellerimizi en ince kemiğinden kıran aramızdaki yılan soyları ihanetçiler değil mi? Hani o hep yanımızda olan daima, sinsi ve bukalemun söylemleriyle önümüzü tıkayanlar... Devrim adına konuşanlar, allayıp pullayanlar direnişi ve ellerine ilk fırsat geçtiğinde ucuz pahalı demeden satanlar en yakınlarını...Sevda sözcükleri makyajıyla sevdayı arkadan jurnallayanlar en yakınımızda olanlar değil miydi ? Düşman ihanet etmez hiçbir zaman, direk saldırır ve sen bilirsin onun şu veya bu şekilde saldıracağını...Düşman şaşırtmaz. İki ayrı kuvvetin birbirine saldırısı olağandır. Bizi yaralayan oysa en ummadığımız taraftan gelen apansız ve de ahlaksız kendi yandaşlarımızdan gelenlerdir. Uykudayken vurur, en zayıf anında vurur damgasını ihanet. Tam da ona en güvenmişken, sırlarını vermişken, uğruna çok şey feda etmişken... Hiç beklemediğiniz anda yani , hiç beklemediğiniz şekilde ve hiç beklemediğinizden... Yaralar elbet bu şekilde bir fiil... Acıtır içinizi. Geçmişi düşünürsünüz, onunla yaptıklarınızı, paylaştığınız sırları, gelecek planlarını, birlikte güldüğünüz ve ağladığınız anları, kırılır elbet içinizdeki en gizli bahçenizin çiçekleri...Oysa her şeye rağmen bir şans daha vermiştiniz ona... İtirafçılık yasasının gündeme geldiğindeki ilk günlerde aklı evvel biri Marks’a atfen anti Kapital’i yazmaya çalışmış ve efendilerinin gözüne girebilmek için elinden geleni yapmaya çalıştığını görmüştüm. Uzun süre düşünmüştüm, bu zat zaten itiraf etmiş ve yasadan yararlanmıştı, bu salakça çabasının nedeni neydi? Sonra anladım. İhanet etmek yetmezdi, direnenleri zayıf düşürmek için saldırmak da gerekiyordu. Çünkü efendileri direnişi bırakanları ciddiye almıyor, direnenleri geriletmek için çaba sarf eden ihanetçilere daha fazla prim ödüyordu.... Ülkenin içinde bulunduğu kirlenmişliğe hiçbir ciddi karşı duruş göstermeyenler bir şekilde ellerinde tuttuğu iktidarın saltanatını daha fazla sürdürmek için karşısında engel gördüğü herkese her şeye kirli savaş taktiği uyguluyor. Globalizm, yeni dünya düzeni vs. gibi ahkam kestiği süslü sözler boğazında hissedeceği bıçağın keskinliğini azaltmayacak ihanetçilerin. Hazırlanın hainler sonunuz yaklaşıyor. İcazet aldığınız iktidarlar yüreğinizin çürümüşlüğünden daha sağlam değil. Önce onlar düşecek kıçlarının üstüne, ardından sizin beyinsiz başlarınız... Aynaya bakın son kez, belki utanmayı öğrenebilirsiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder