Perşembe, Mayıs 07, 2015

İÇ GÜVENLİK YASASININ SONUÇLARI YAŞANMAYA BAŞLANDI...

Tahir CANAN yazdı...
1 Mayıs nedeniyle gözaltına alınan insanlar keyfi gözaltı tutsağı olarak tutulmaktalar.  Yaşanan bu haksızlığı dile getiren Avukatlar ise Başsavcılığın talimatıyla polis saldırısına muhatap kalmaktalar. Avukatlar işkence görmekte. Adliye önünde meydan dayağı, gazlı, coplu saldırı devlet erkinin gerçek yüzü olarak karşımıza çıkmakta.
Buradan baktığımızda iç güvenlik yasasını çıkaranların neden böyle bir yasaya ihtiyaç duyduğunu görebiliriz. Toplumu sindirerek, edilgen ve silik, korkak bir hale getirerek ya da korkutularak yaptıkları yolsuzlukların görülmesini engellemek için yasa yaptılar diyebiliriz. Yasal 1 Mayıs´a katılan insanları yasa dışı eyleme kalkışmış gibi tutuklamaları yetmiyormuş gibi bir de savunanlara dayak atarak siz de kim oluyorsunuz demekteler. Sizler, ancak bizim istediğimiz kadar savunma yapacaksınız, yapabilirsiniz demek istiyorlar. 12 Eylül Babalarının aklına gelmeyen şiddet yöntemleri bu sivil darbecilerin akılına gelip uygulamaktalar. Adamlar dalga geçer gibi demokrasicilik oynuyorlar. Bunun adına da ileri demokrasi demeyi ihmal etmemekteler! İleri demokrasi bu ise, insanin aklina geri demokrasi deselerdi nasıl olurdu acaba demek geliyor? Bunu düşünmek bile insana acı veriyor!
Adliyenin önünde adalet dramı yaşanıyor. Adalet denen şey adaletin savunma dalına karşı kılıç, kamçı kullanır olmuş. Adalet kavramı adalet dağıtan değil saray ağalarının sopası olarak karşımıza çikmakta. Adı savcı olan birisi, hak ve hukuku gerçekleştirme yerine, polislere emir vererek yargının savunma kanadı olan Avukatlari pataklatmaktadir. Aslında buna pataklamada denmez,  doğrudan işkence yaptırmaktır.
Bu ülkede işkence denen şeyin neden bitmediğinin en bariz örneği devletin işkenceyi teşvik etmesiyle doğru orantılı olduğunu yine yaşanılarak görüyoruz. Çağlayan Adliyesinde savcılığın emriyle avukatlara dahi dayak attırılması, Avukatların dayak yemesi, hukuk sistemindeki işkencenin yerini anlatmak için yeterlidir. Hukuk için delil üretmek sopanın gücüyle ölçülmekte! Avukatlara dayak attıran devlet sıradan insanlara neler yapmaz ki? Bu yaşanan olaylar yeteri kadar aydınlatıcı olsa gerek...
Meclis kolluk güçlerinin önünü açan yasalar yaparlarsa ki yapıyorlar, savcılar da o yasaları en dip noktasına kadar uygularsa ya da uygulatırsa karşımıza çıkan manzara iç karartıcı olur. Bütün toplumu, insanları cendereye alan işkence manzaralari kaçınılmaz olur.
Haliyle kolluk güçleri de kırmızıyı gören boğa gibi halkı gördüğünde saldırır. Türkiye´nin geçmişi de bu bugünü de bu mahiyettedir maalesef.
Toplumu yönetme mantığı hep gerilime dayalı politikalarla şekillenmiştir. Halkı düşman görme üzerine kurulu bir sistemde polis de aynı şekilde halkı potansiyel suçlu kabul ederek şekillenir. Saldırı anlarında düşman tanımıyla harekete geçer. Halka yabancılaşarak kendini başkalaştırır devlet olur. Aslında bu tanım bütün devlet erki için geçerlidir. Devletin her birimi bulunduğu alandan halka yabancılaşarak varlığını sürdürür. En alt devlet biriminden en üst devlet birimine kadar kural aynıdır. Halkın üzerine konumlanarak halktan ayrışmak devlet yapısının karakteristik örneği olarak karşımıza çıkar.
Bu sistem, bir alt üst olus yasanmadan bu mantıktan kurtulamaz. Sistemin ağababaları halka karşı hep saldırgandır. Bir Mayıs´da Taksim´in polis işgaline uğramasının arka planında halk korkusu var. Toplumun ihtiyaçlarına yanıt verebilecek, halkla bütünleşecek bir sisteme ihtiyaç var. Bu sistem de halk iktidarı ya da sosyalizmdir...
Sermayenin bütün iktidar biçimleri mülkiyete dayanır. Mülk sınıflarına hizmet eder.  Önce insan demek sermaye iktidarlarının karakterine ters düşer. Önce insan diyebilmek için mülkiyetin toplumsallaşması gerekir.
Taksim´den başlayan olayların Çağlayan Adliyesindeki görüntülerle bütünleşmesinin arka planinda mülk sahibi sınıfların topluma karşı işledikleri suçlar çıkar. O, suçlar da, mülkiyetin tarihiyle paraleldir…
Yeni bir toplumu ancak yeni insanlar, insanlık tarihine dönüştürebilir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder